NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
مُسَدَّدُ
بْنُ
مُسَرْهَدٍ
حَدَّثَنَا
يَحْيَى بْنُ
سَعِيدٍ عَنْ
عُبَيْدِ
اللَّهِ
حَدَّثَنِي
نَافِعٌ عَنْ
عَبْدِ
اللَّهِ
يَعْنِي
ابْنَ عُمَرَ
عَنْ رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
قَالَ مَا
حَقُّ امْرِئٍ
مُسْلِمٍ
لَهُ شَيْءٌ
يُوصِي فِيهِ يَبِيتُ
لَيْلَتَيْنِ
إِلَّا
وَوَصِيَّتُهُ
مَكْتُوبَةٌ
عِنْدَهُ
Abdullah b. Ömer'den
demiştir ki: Rasûlullah (s.a.v.):
" Vasiyyet edecek
-birşeyi olupta üzerinden iki gece geçen- bir miıslümanın hakkı ancak
vasiyyetinin, yazılı olarak yanında bulunmasıdır" buyurmuştur.
İzah:
Buharî, vesaya; Müslim,
vasiyye; Tirmizî, vasiyyet, cenaiz; Nesâî Vesaya; İbn Mâce, vesaya; Darimî,
vesaya; Muvatta, vesaya; Ahmed b. Hanbel, II- 4, 10, 35, 50, 57, 80, 113.
Metinde geçen iki gece
kelimesi, Müslim'in bir rivayeti [Müslim, vesaya] ile, Nesâî'nin Sünen'inde
"üç gece" şeklinde geçmektedir. Bu bakımdan metinde geçen "iki
gece" kelimesi kesin bir sınırlamadan ziyade yanında vasiyyet edilecek
bir malı olan kimsenin en kısa zamanda vasiyyetîni yazıp yanında
bulundurmasının lüzum ve ehemmiyetini ve bu meselenin gecikmeye tahammülü olmadığını,
nihayet bunun elde olmayan sebeplerle en geç üç gün gecikebileceğim ifade
etmektedir.
Mevzu m uzu teşkil eden
bu hadis ile "Anaya, babaya ve yakın akrabaya vasiyyet etmek Allah'tan
korkanlar üzerine bir borçtur."[Bakara 180] mealindeki âyetin zahirine
sarılarak ez-Zuhrî ile Ebû Miclez, Atâ ve Talha b. Musarrıf (r.a.) vasiyyet
etmenin farz olduğunu söylemişlerdir.
el-Beyhaki'nin
açıklamasına göre, îmam Şafiî'nin eski görüşü ile İshak ve Dâvûd-u Zahiri'nin
görüşü de böyledir. Ebû Avane el-tfereyani ile tbn Cerîr de bu görüştedirler.
Cumhur ulemaya göre; vasiyette bulunmak vacib değil menduptur.
Bu mevzuda tbn
Abd-il-Berrin "Bazı şaz, görüşler hesaba katılmazsa, vasiyyetin farz
olmadığında âlimlerin icmaı olduğu söylenebilir." dediği rivayet olunmuştur.
Yine İbn Abd-il Berr'e
göre; "mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerif, va-siyyette bulunmanın
farziyyetini değil, ani bir ölüm neticesinde, vasiyyetsiz olarak gitme
tehlikesine karşı ihtiyatlı olmayı teşvik mahiyyetinde bir ikazdır. Metinde
geçen hak şer'an sabit olmuş bir hükümdür. Bu hüküm farz olabildiği gibi mendup
ta olabilir. Bu hakkın mutlaka farz olduğunu iddia etmek doğru olamayacağından
metinde geçen bu "hak" kelimesine bakarak vasiyyetin farz olduğu
iddia edilemez.
Bilakis, metinde geçen
Vasiyyet edeceği bir malı olan anlamındaki cümle, Müslim'in sahihinde
"Vasiyyet etmek istediği bir şeyi olan"[Müslim, vasiyye] şeklinde
vasiyyeti sahibinin isteğine bırakır.Bu tarzda rivayet edilmiş olması, vasiyyetin
farz olmadığına bir delildir. Çünkü farz olsaydı bu vazife kişinin isteğine
bırakılmaz, yerine getirilmesi kesin bir dille emr edilirdi. Nitekim Hanefi
âlimlerinden İbn Melek, metinde geçen cümlesinde müslüman hakkında 4 tabiri
kullanılıp ta "aleyhi" tabirinin kullanılmamasına bakarak bu hadisin
vasiyyetin farz ya da vacib olmadığına delalet ettiğini, hadisin farziyyet
ifade edebilmesi için "lehü" yerine "aleyhi" kelimesi
kullanılmış olması gerektiği ifade etmiştir. el-Mişkat üzerine yazılmış olan
el-Mezâhir şerhinde ise vasiyet etmenin vücubunun miras âyetiyle nes-hedildiği
açıklanmaktadır. Meseleye bu açıdan bakan Hanefilere göre, vasiyyet
müstehabdır. Çünkü vasiyyet, bir kimsenin kendi malı üzerinde kendi arzusuyla
bir başkasının mülkiyet hakkını kabul ve isbat etmesidir.
Bezlü'l-Mechud yazan bu
mevzudaki görüşünü açıklarken şöyle diyor: "Her ne kadar vasiyyet farz
değilse de üzerinde para borcu, hac veya zekat borcu ya da emanet bulunan
kimselerin bu borçlarının mirasından ödenmesi için yazılı bir vasiyyet
hazırlaması üzerine farzdır.